tahrif etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
tahrif etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12/06/2019

Tevrat ve İncil'i İnkar Eden Sözde Hocalar


         Toplumları din açısından doğru yönlendirmekle mükellef hoca bozuntularının son zamanlarda İncil ve Tevrat'a dil uzatması, öcü gibi göstermesi, sanki Allah'ın kelamı değilmiş gibi davranmaları çok gözüme batmakta. Bu yanlışı cahil ve bilgisiz oldukları için mi, yoksa kötü bir niyetleri olduğu için mi yapıyorlar henüz kestirebilmiş değilim. 

        Öncelikle şunları bilmek konuyu anlamak için kritik önem taşıyor;

Bugün ne Yahudiler'in Tevrat diye okuduğu Tevrat ne de Hristiyanlar'ın İncil diye okuduğu İncil değildir. Yahudiler Tevrat adı altında aslında Eski Ahit/Tanah'ı okurlar. Hristiyanlar ise Yeni Ahit'i okurlar ayriyeten de eski ve yeni ahitin birleşimi olan Bible/Kitab-ı Mukaddes'i okurlar. Görüldüğü üzere okuduklarının Allah kelamı ile bir bağlantısı yoktur. Peki nedir bu Eski/Yeni Ahit?

      Ahit antlaşma demektir. Yahudiler ve Hristiyanlar Tanah'ta Hz.Musa ile Allah'ın bir antlaşma yaptıklarını kabul ederler. Yeni Ahit'te ise Hristiyanlar, Hz.Musa öldüğü için antlaşmanın bozulduğunu ve yeni Rasul olan Hz.İsa'nın Allah ile yeni bir antlaşma yaptığına inanırlar. Bu sebeple Hristiyanlar Tanah'a ''Eski Ahit'' derler. Fakat Yahudiler Hz.İsa'yı Rasul kabul etmedikleri için ''eski'' olarak adlandırmazlar.

      Ayetlerle desteklemek gerekirse;

Ali İmran 70.

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَأَنتُمْ تَشْهَدُونَ
Ya ehlel kitabi lime tekfurune bi ayatillahi ve entum teşhedun.

Anlam: Ey Kitap Ehli! Gerçeği bildiğiniz halde, niçin Allah'ın ayetlerini küfrediyorsunuz?

Ali İmran 71.

يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَلْبِسُونَ الْحَقَّ بِالْبَاطِلِ وَتَكْتُمُونَ الْحَقَّ وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ
Ya ehlel kitabi lime telbisunel hakka bil batılı ve tektumunel hakka ve entum ta'lemun.

Anlam; Ey Kitap Ehli! Niçin Hakk'ı Batıl'la karıştırıyor ve bildiğiniz halde gerçeği gizliyorsunuz?

       Şimdi akıllara ''Allah'ın kelamını değiştirmeye kimin gücü yetebilir?'' ya da ''Hani Allah'ın kelamını kimse değiştiremezdi'' tarzı sorular gelmiş olabilir. Onları da şöyle yanıtlamak gerekir;

       Bugün hadis kitabı adı altında okutulan (Buharı,Müslim,Tirmizi) kitapların çoğunda çarpıklıklar olmasına rağmen insanlar yazılanların hepsinin Muhammed Rasul'ün sözleriymiş gibi kesin bir dille kabul ediyorlar ve bazen hadisi ayet yerine koyuyorlar. Bugün İncil ve Tevrat yerine okutulanlar da aynen bunun gibidir. Tamamen rivayettir, İsa'dan vahiy aldıklarını söylerler. İsa'nın Allah'ın oğlu olduğunu kabul ettikleri için onlar açısından bir sorun teşkil etmese de Kur-an'da kesin bir dille yalanlanmış ve söyleyenler lanetlenmiştir. Ayriyeten de eski ve yeni ahiti yazanların insan oldukları gayet net bilindiği gibi kitaplar okunduğunda kul sözü olduğu açıkça belli olmaktadır.

       Sonuç olarak Allah'a teslim olan kulun, Allah'ın tüm Rasuller'ine ve kitaplarına inanması gerekir.

11/30/2019

Kur-an'da Medine Kelimesi ve İstediği kelimeyi Çevirmeyen Mealciler


    Kur-an'da الْمَدِينَةِ (şehir) kelimesi yaklaşık 13 farklı yerde geçiyor(aynı kökten oluşan başka kelimeler mevcut). Peki bunun ne gibi bir önemi var? Neden bu konu üzerinde duruyorum. Çünkü bu kelime öyle bir kelime ki sayın mealciler eğer ayet Hz. Muhammed ile alakalı ise kelimeyi çevirmeden direkt naklediyor ama Hz. Muhammed'ten önce bir kıssa ise hemen çeviri yapıp şehir diyor. Fakat kelimelerin yazımında bir farklılık yok sadece yerine göre bir çeviri mevcut.

    Bu bölümde ayetleri koymayacağım -çok fazla ayet olduğu için- sadece sure ve ayet numaralarını yazacağım.

    Kasas 20. de Hz. Musa'nın bir kıssasından bir bölüm var. Şehirden bir adam Musa'ya haber getiriyor ama şehre medine denmiyor.

    Yusuf 30. da şehirli kadınların dedikodusu anlatılıyor yine medine kelimesi şehir olarak çevrilmiş(doğru olarak)

   Hicr 67. da Hz. Lut'a gelen elçileri gören şehirli sevinerek Rasul'ün kapısına dayanıyor(Lut Rasul'ün kavmi sapık bir kavimdi) burada da medine yerine şehir tercih edilmiş.

   Kehf 12. de ise Allah'ın mağaraya sığınan gençleri yıllarca uyuttuğu kıssanın bir bölümü var. Bu bölümde uyandırılan gençlerden biri şehre gönderiliyor burada da mealciler şehir kelimesini çeviriyor.

   Kehf 82. de Hz. Musa ve ilim verilmiş kulun kıssasından bir bölüm mevcut. Yıkılmak üzereyken tamir ettikleri duvarın(duvarın altında bir servet vardır) o şehirden iki gence ait oldukları söyleniyor. Yine şehir kelimesi çevrilmiş.

   Yasin 20. de ise Rasuller gönderilmesine rağmen iman etmeyen bir topluluktan söz ediyor. Sonrasında şehrin uzak yerinden bir adam Rasullere uymaları için halkı uyarıyor. Tabi ki şehir kelimesi aslına uygun çevrilmiş burada da.

   Neml 48. de Hz.Salih'in şehrinde bozgunculuk yapan bir gruptan söz ediliyor. Yine uygun bir çeviri var.

   Araf 123. ayette Harun ve Musa Rasul'ün firavunla olan kıssası anlatılıyor ve firavun insanları şehirden çıkartmak için büyücülerle beraber bir tuzak kurduklarını söylüyor. Tabi ki şehir kelimesi çevrilmiş yoksa lokasyon sıkıntısı ortaya çıkacaktı.

Evet buraya kadar kelime doğru olarak şehir şeklinde çevrildi. Şimdi Muhammed Rasul'ün dönemiyle ilgili ayetlere bakalım.

Münafikun 8. de halk, şehre geri dönersek üstün olan güçsüzleri çıkarır diyor. Ama çoğu mealci şehir yerine medine yazmayı uygun görmüş.

Ahzab 60. şehirde yalan ve kötülük yayanların bu davranışlarına son vermeleri isteniyor. Yine çoğu mealci medine kelimesini uygun görüyor.

Tevbe 101. Hz. Muhammed'in şehrinde olup nifakta ileri gidenlerden bahsediyor. Elbette çoğunluk medineyi tercih ediyor.


Tevbe 120. de ise şehir halkının Allah'ın Rasul'ünden önce kendi canının kıymetine bakmamasını ve geri durmamasını istiyor. Elbette yine çoğunluk medine kelimesini hoş buluyor.

İşte gördük, nasıl tahrif olduğunu. Dileyen şehir derken dileyen sanki başka bir anlamı varmış gibi medine demeyi tercih ediyor. Peki doğrusu  ne ya da şehir yerine medine yazınca ne oluyor? Lokasyon değişince ne gibi avantajlar oluşuyor günümüz düzeni için? Lütfen düşünelim


11/21/2019

Akletme Organımız Kalp mi Beyin mi?



          Twitter'da gördüğüm meal tartışması üzerine bu konu hakkında bir yazı yazmayı istedim. Olay özetle şöyle; Edip Yüksel adlı mealci Kur'an'daki kalp akleder anlamlı ayeti ''beyin akleder'' şeklinde çevirmiş ve bunun böyle olduğunun doğruluğunu savunuyordu. Peki doğru mu?

          Sünni kesim ve özellikle mealci kısmı Kur'an ayetleri günümüzde kabul görmüş bazı yargılara ters düştüğünde hemen bir kılıf uydurma yarışına giriyorlar. Halk genelinde çoğunlukla ayeti mecazmışcasına yorumlayarak, mealci ise ayeti tahrif ederek kurtulmanın yollarını aramakta. İnsanlar, insan üretimi olan bilim ne zaman Allah'ın kelamı ile ters düşse ayetin Allah kelamı olduğunu unutuverip hemen bilime yamamaya çalışıyorlar. Tabi ki ''Kur'an bilime ters düşmüyor, alkol sağlığa zararlı olduğu için haram'' gibi Kur'an = bilim düşüncesiyle hareket edenler bu tür çarpıklıklarda tutuşacaklar. 

        Bu sebeple Kur'an'da akleden organın kalp olduğunu yazsa dahi bunu bilime paralel hale getirmeye çaba harcamaktalar. Öyleyse bizim aklımız nerede?

        Öncelikle şunu belirtmekte fayda var. Akıl somut bir şey değildir. IQ değeri ile akıl ölçülemez. O yüzden de zeka=akıl değildir. Zeki olan biri akıllı olmayabilir, akıllı olan biri de zeki olmayabilir Zeka denilen şey beynin işlem hızıdır tekniktir. Fakat yüksek zekalı biri akıl sahibi değilse zeka kullanılmayan bir cihaz gibidir. Bunu IQ'su yüksek olan ama biraz saf olan insanlardan da anlayabilirsiniz.

        Beyin(zeka) tıpatıp bir bilgisayardır. Siz onun çalıştırma tuşuna basmazsanız, klavyesini, mouseunu kullanmazsanız çok iyi bir bilgisayar olsa bile bir önemi yoktur. Akıl ise burada devreye giriyor. Akıl ile beynimizin düğmesini açar ve onu kullanırız. Beynimiz vücudumuza ''şunu yap, kolunu kaldır, onu sev'' gibi komutlar vermez. Sadece aklın istediklerini yapar. Benim şu an bu yazıyı yazdığım bilgisayar düşünmüyor ama problem çözebilir. Bilmediğim şeyleri bilebilir. Beyin aslında kanlı bir hesap makinesidir. Ona o hesabı yaptıran benim aklım yani kalbimdir aslında. Tıpkı Aristo'nun da dediği gibi... Gün gelecek insanlar akleden organın beyin olduğunu bulacaklar.

         Şimdi ayetlere bakalım. Bakalım hangi ayetler bize kalple aklettiğimizi söylüyor. 

Muhammed 24. ayet

أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ الْقُرْآنَ أَمْ عَلَى قُلُوبٍ أَقْفَالُهَا
E fe la yetedebberunel kur'ane em ala kulubin akfaluha.

ANLAM:Onlar, Kur'an üzerinde düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri üzerinde kilitleri mi var?

Araf 179. ayet

وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَثِيرًا مِّنَ الْجِنِّ وَالإِنسِ لَهُمْ قُلُوبٌ لاَّ يَفْقَهُونَ بِهَا وَلَهُمْ أَعْيُنٌ لاَّ يُبْصِرُونَ بِهَا وَلَهُمْ آذَانٌ لاَّ يَسْمَعُونَ بِهَا أُوْلَئِكَ كَالأَنْعَامِ بَلْ هُمْ أَضَلُّ أُوْلَئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Ve lekad zere'na li cehenneme kesiren minel cinni vel insi lehum kulubun la yefkahune biha ve lehum a'yunun la yubsırune biha ve lehum azanun la yesmeune biha, ulaike kel en'ami bel hum edallu, ulaike humul gafilun.

ANLAM:Gerçek şu ki, cinnden ve insten yaratılmış olanların birçoğu Cehennem'liktir. Ki onların kalpleri vardır onunla kavramazlar, gözleri vardır onunla görmezler, kulakları vardır onunla işitmezler. İşte bunlar hayvanlar gibidirler, hatta daha da basittiler. İşte gafil olanlar bunlardır.


İsra 46. ayet

وَجَعَلْنَا عَلَى قُلُوبِهِمْ أَكِنَّةً أَن يَفْقَهُوهُ وَفِي آذَانِهِمْ وَقْرًا وَإِذَا ذَكَرْتَ رَبَّكَ فِي الْقُرْآنِ وَحْدَهُ وَلَّوْاْ عَلَى أَدْبَارِهِمْ نُفُورًا
Ve cealna ala kulubihim ekinneten en yefkahuhu ve fi azanihim vakra, ve iza zekerte rabbeke fil kur'ani vahdehu vellev ala edbarihim nufura.

ANLAM:Kur'an'ı anlamalarına engel olsun diye, kalplerine perde, kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen, Kur'an'da Rabb'inin tekliğini andığın zaman, nefretle arkalarını dönüp kaçarlar.

Hac 46. ayet

أَفَلَمْ يَسِيرُوا فِي الْأَرْضِ فَتَكُونَ لَهُمْ قُلُوبٌ يَعْقِلُونَ بِهَا أَوْ آذَانٌ يَسْمَعُونَ بِهَا فَإِنَّهَا لَا تَعْمَى الْأَبْصَارُ وَلَكِن تَعْمَى الْقُلُوبُ الَّتِي فِي الصُّدُورِ
E fe lem yesiru fil ardı fe tekune lehum kulubun ya'kılune biha ev azanunyesmeune biha, fe inneha la ta'mal ebsaru ve lakin ta'mal kulubulleti fis sudur.

ANLAM:Onlar, yeryüzünde dolaşmıyorlar mı ki kendilerinin, kendisi ile akıl edecekleri kalpleri veya kendisi ile işitecek kulakları olsun. Gerçek şu ki, kör olan gözler değildir, kör olan göğüslerde olan kalplerdir.